Kaybetmeye Giriş: 101

Kalbini değil.
Önce gözlerini kaybedersiniz.
Karanlığı ikiye bölen
Parıltıyı… Işığı…
Onlar, hayatınıza tutulmuş bir çift fenerdir.
Karanlıkta yol göstericidir.
Pusuladır.
Kalp yalancıdır, dil düzenbazdır.
Onlara güvenemezsiniz.
Her biri başka telde başka lafta konuşur, konuşturur.
Birini kaybettiğinizi anlamanın tek yolu gözlerine bakmaktır.
Bakarsınız… ─Hala orada mıyım?
Gördünüz mü?
Bu nedenle
İlk kaybınızı yaşamınız boyunca hiç unutmazsınız.
Bu öylesine bir kaybediş değildir.
Hayatınız boyunca olacak tüm kayıplarınızın atasıdır.
Hüznü, kederi, dertlendirmesi de kendine has olacaktır.
Sonra iflah olmayacaksınız.
Çünkü iflahınız yünden yapılmış bir kazak gibi sökülecek.
Sürekli kaybedeceksiniz.
Bir kaybın yedisi çıkmadan, bir diğerinin yasını tutarken bulacaksınız kendinizi.
Sonrası da gerisin geri bir savruluşun öyküsü olacak.
Domino taşı gibi.
Bitmeyen bir yıkım.
Bir enkaz.
Bir tozun güncesi.

Etiketler: , ,

Zamanın Ninnisi: Sessizlik

Duvara asılı kalmış bir saat, sessiz sakin cinnetini geçiriyor.
Yıllar boyu yerinden oynatılmayan bir takvim koçanının rutubet kokan tozlu isyanları ansızın 
gözlerimin önünde beliriyor.
Bu dünyada zaman, sessizliği büyütüyor.
Parmak uçlarımdan her hücreme yayılan
serseri titreyişler, başıboş ve biçimsiz ağlama isteği,
omuzlarımın üzerindeki ağırlığa verdiğim cılız tepkiler…

Gözlerimi sabitlediğim boşlukta birleşiyorlar.
Bir şeyi, bir yeri, bir durumu bekleyip duruyorum.
Hiç bir şey olmuyor.

Etiketler: , ,

Kışın Sesinde Martı Çığlıkları ve Gönderilmemiş Mektuplar

Ellerimi usulca ceplerimden çıkardım ve bir sigara yaktım.
Denizin kıyısında, uzaklardan geçen gemileri selamlıyorum.
Kışın sesini duyuyorum.
Başıbozuk bir dalga ayaklarımın ucunda uysallaşıyor.
Denizin tutkulu seslenişini öteleyip duruyorum.
Bir martı sesiyle gökyüzünü yırtıyor, çığlığını koynuma bırakıyor.
Sana, hiç göndermeyeceğim mektuplar yazıyorum.
Bana bıraktığın bu kederi
Hayatımda koyabileceğim bir yer bulamadım
Bu yüzden onunla martıları besleyeceğim.

Etiketler: , , ,

İnfilak Eden Bir Toz Tanesi

İşte yine başlıyor.
Küçük öfke patlamaları.
Bir bütünün parçalarından ayrılıyor ve bir toz tanesine dönüşüyorum.
Huzursuz, yolunu kaybetmiş, panik atak geçiren bir toz tanesi…
Bölündükçe çoğalıyor, atmosfere karışıyorum.
Trafikte sıkılmış, canından bezmiş bir adamın kornasına çığlıklarımı karıştırıyorum.
Günleri takvim yapraklarına iliştirip kurduğum düzeneğin mahvoluşunu izliyorum.
Soğuk havanın yüzümü kesişi, kederiyle yanmış sigaram, kalabalık otobüs duraklarının uğultularına kayboluşlarım ve gözlerimde biriktirdiklerimle…
İnsanların yüzlerinde taşıdığı ifadesizliğe karışıyorum.
Geride bıraktığım parçalarımdan birine dönüp şöyle söylüyorum
Burada insanlar yok, duvarlar var.
Konuştuğum şeylerin kendime çarpışına şahitlik ediyorum.
Rüzgarın uğultusuna tutundum.
Telaşlıydım.
Duymadın.

Etiketler: , ,

Kırmızı Dudaklı Periye Mektup

Kırmızı,
Sana bu satırları yazarken eksiliyorum.
Tüm mevsimler
İçimde koca delikler açmaya devam ediyor.
Özellikle de Aralık
Bir sürünceme halindeyim.
Savruluyorum.
Çoğu zaman düşüncelerimi bastırması için televizyonun sesini açıyorum.
Dalıp gidiyorum sonrada.
Hayat burada ağır ve basık.
Bazı geceler
Fotoğraflarınla konuşuyor, olup biteni anlatıyorum.
Duyuyor musun?
Hayatta engel olamadığımız şeyler var.
Bunlardan biri de zaman, akıp gidiyor.
Bir dakika ve bir dakika daha…
Kafamızda koca bir çizik var
Diğer tüm anlardan daha büyük ve daha görkemli duruyor.

Kırmızı, kelimeler birbirine karışıyor.
Şarkı söyleyelim.
Belki geçer.
Yine kar yağar, bir geminin kıçında bir şarkı tutturur, ufukta ve gecenin içinde kayboluruz. 
Kırmızı, biz seninle konuşmadan da anlaşabiliyoruz, biliyorum.
Bütün detaylarını hatırlıyorum en çokta gözlerini hatırlıyorum.
Yaşamın bütün heyecanı oradaydı.
Ben bütün hayatımı oraya saklamıştım.
Bir de avuçların vardı.
Parmak uçlarımda hala hissediyorum.
Şimdi düşünüyorum da zaman, mekan, insan, hayat şartları, fırtınalar, büyük uğultular…
Hepsi hayatın bir cilvesiymiş.
Hadi, otur ve gökyüzünü seyret.
Şayet mümkünse yıldızları koynuna al.
Çünkü onlar da üşüyor, tıpkı senin gibi.

Etiketler: , ,

İnsan, Hakları Varsa İnsandır

Caddede insanlar toplanmış hep bir ağızdan haykırıyor…
İnsan, hakları varsa insandır…
Öte yanda Çevik Kuvvet 100 metre ötede konuşlanmış, müdahaleye hazır bekliyor.
Tomalarda kontaklar açık.
Bir evsiz mandolin çalarak para kazanmaya çalışıyor.
Topluluk hep bir ağızdan haykırıyor…
İnsan, hakları varsa insandır!
Kahve dükkanlarından birinde bir kadın, Lattesini yudumluyor.
Cadde üzerinde Komünistler bildiri dağıtıyor ve haykırıyorlar… Boyun eğme!
Bir adam yüzünde bir aidiyetsizlikle yürüyor, yüzü geçmişte kalmış.
İnsanlar birbirine çarpmıyor artık, içinden geçiyor.
Sesleri, görkemli mağazalardan yayılan müziklerin içinde kayboluyor.
Çarpık bir kentleşme gibi, çarpık yaşamlar doğuyor.
Her gün, yeniden.

Etiketler: , ,

Fırtınalı Gece ve Kırmızı Dudaklı Bir Peri

Soğuk olan hava değil, insanlar soğuk, hayat çok soğuk. Keşke bu kadar soğuk olmasaydı da dünya, sen de bu kadar üşümeseydin
Yüzünü izliyorum.
Hayat yüzünde yaşıyor.
Yorgunsun, bunu da biliyorum.
Yıllar önce dileğim, bizi, insanların ve gökyüzünün unutmasıydı.
İşbu, her ikisi de hatırlıyor ve bizi hâlâ kışkırtıyor.
Sanırım onlar da göğsümüzün üzerindeki pencereleri bilmiyor.
Bilmesinler.
Ben yüzünü boşluklara çizdiğimden ve saçlarının parmaklarımın arasından kayıp gidişini izlediğimden bu yana, varım.
Bu gece fırtına var.
Yaşamın canlı olduğu ve nefes aldığı bu gecenin
Ve pencerelerde yarattığı uğultunun içinde olmayı seviyorum.
Seni düşleyerek.

Etiketler: , ,

Kırılma Noktasında Sükunet ve Ehlin Eşiği

Her şeyin sessizleştiği bir an var.
Dışarıdaki dünyayı duymadığın, her şeyin koptuğu bir an.
Bir kırılma noktası var.
Diğer bütün anları birbirine bağlıyor.
Çarpık, biçimsiz ve karışık.
Gün battı karanlık çöktü ve kaygılarımdan ördüğüm duvarlar belirdi.
Yine, yeniden.
Tam da bu saatler
Acıları ehlileştirmek için ışığa hastalıklı bir tavırla bakıyorum.
Sükunetim boğuk bir sesle ağlıyor.
Geçtiğim yerlere öldüklerimi bırakıyorum.
Bir kadının sesine, bir martının çığlığına ve bir çocuğun gözyaşına gömüyorum.
Unutuyorum.
Bu bir giz değil.
Yüzümdeki belirsizliği göğsüme astım
Bir deniz kıyısında.

Etiketler: , ,

2.28

Çıplak, üstümü başımı bilmediğim bir gece, plaktaki kadın şarkısını söylüyor. Gecenin karanlığını odamın duvarında asılı duran dolunay siliyor. Gökyüzündeki yıldızım bana göz kırpıyor, umudum süzülüyor yanaklarından, akıp gitmesin istediğimden avuçlarımda topluyorum. Yüzünü yastığımın altında saklıyorum; parmak uçlarımla seviyorum. Hepsi bir tik-tak da oluyor.

Pencerelerdeki Sonsuz Bekleyişlerin Kadim Sırrı

Kendimi uzunca bir boşukla aynadaki yansımadan seyrediyorum.
Ne görmek istiyorum? diye de soruyorum. Ne görecektim?
Duvardaki dolunay cenin pozisyonunda bekliyor.
Hayat, hep bir bütün olma çabası içinde.
Son birkaç gecedir pencere kenarındaki insanları izliyorum.
Öylece bekliyorlar.
Kimisi sabahı, kimisi bıraktığı düşleri ─acaba geri döner mi?
Kimisi de uyku tozunu.
Her pencere, kendi dileğini tutmuş ve yıldızı O’na göz kırpsın diye bekliyor.
Bense, küçük pencerelerden büyük umutların geceye bırakılan adaklarını izliyorum.
Burada, sonsuz bekleyişlerin şahitliğini yapıyorum.

Etiketler: , ,

Sistematik Dağınıklıkta Hayat Sorgusu

Bazen ıskaladığımı düşünüyorum.
Her şey parça parça ve her biri ayrı yerlerde, hayatım on beş yaşındaki bir çocuğun odası kadar dağınık olmasına rağmen neyin nerede olduğunu biliyor ve elimle koymuş gibi buluyorum. Bu dağınıklık içerisinde oluşturduğum kara düzen beni zaman zaman ciddi olarak ürkütüyor. İnsan bu kadar dağınıkken nasıl olur da sistematik bir düzenliliğin içinde yer alabilir ki?
Soru işaretlerim var.
Hepsi de bir mızrak kadar keskin, bir hayali delik deşik edebilecek kadar da sivriler.
Beni ayakta tutan şeyi merak ediyorum.
Geceyi ve günü görmemi, yaşamamı ve deneyimlemeyi sağlayan şeyi.
Belki de hayatta kalma güdüsüdür.
Kim bilir.

Etiketler: , ,

Müsvedde Bir Gazete Parçasının Kederi

Boş bir defterin yapraklarını doldurmak için buradayım. Tıpkı ilkokulda yaptığımız gibi, sonsuz noktalar birleştiriyorum. Elimde ne var? Uzun-kısa çizgiler. Hiç durmadan kahrolası çizgiler çiziyorum. Zaman öldürmenin daha ucuz bir yolu olamaz. Aptal kutusu için beyin uyuşturan programlar yarattık. Bunu sadece düşünmemek için yaptık. Şimdiyse bulunduğumuz noktada istediğimiz, yeni bir hayat değil. Her gün yürüyen ölüler gibi birlikte kilometrelerce yol katediyoruz. Hissizce birbirimizin içinden geçiyoruz. Bu artık o kadar sıradan ki, huzursuz olmuyorum. Neden olmuyorum? Bu çok hastalıklı. İçi hava dolu bir boşluğa konuşuyorum. Boşluk onları alıyor ve kendi kaderini yaşayan müsvedde bir gazete parçası gibi ordan oraya savuruyor. Sokaktaki her şeyi rahatsız eden, huzurunu bozan bir kağıt parçası gibi insanların, şehirlerin arasında geziniyorum.
Bana zamanımızın hiç kalmadığı söyleniyor.
Duyuyor fakat aynı kayıtsızlıkla sonsuz noktalar birleştirmeye devam ediyorum.
Bir çocuğun yüzüne karışmak istiyorum.
Süresiz ve belirsiz.

Etiketler: , ,

Kendi Aynasında Kaybolan Karaltıyla Konuşmalar

Bazen birkaç gün önce yaptığım şeyleri sanki haftalar ya da aylar önce yapmış gibi hatırlıyorum.
Belki günler çok yavaştır belki de ben çok hızlıyım, bilmiyorum.
Kim bilir bu yüzden karaltılarla konuşuyorumdur.
Zamanı asırlara, yıllara, aylara, haftalara, günlere, saatlere, dakikalara ve hatta saniyelere bölüyoruz.
Neden?
Bizim zamanla alıp vermediğimiz nedir?
Neden elimizde ki her şeyi zamana bırakıyoruz?
Sorunumuz kiminle?
Yoksa biz kendimize dev yel değirmenlerinden sahte düşmanlar mı yapıyoruz?
Bunlar kim?

Size dünyanın iyi bir yer olduğunu söylesem, hepiniz gülersiniz.
Sizin iyi olduğunuzu söyleyen kim?
Siz mi?
Siz iyi değilsiniz ben de öyle.
Beyler bayanlar, dev bir tiyatrodayız.
Burada ağlayan ve gülen suratlar var.
Burada öfkeye ve merhamete bulanmış yüzlerden yapılmış acı var.
Ve siz, her sabah yüzünüze baktığınızda göremiyorsunuz artık kendinizi.
Siz, kendi aynalarında kaybolanlar!

Etiketler: , ,

Yanılgısını Göğsünde Nişan Olarak Taşıyan Birinin Sözleri

Çay kaşığının bardakta yankılandığı sese karışmıştım.
Suskunluğumla hangi dilde konuşuyorduk, hatırlamıyorum.
Kıyım yok benim dedim.
Sırtıma ay ışığını aldım ve yürümeye başladım.
Bir yanılgı olduğumu hatırladım.
Saydamdım.
Açıkta demir atmış bir geminin yalnızlığıdır İnsan dedim
Martıları beslerken.
Elli metrede bir gülümsedim kendime.
Ardıma baktım.
En büyük günahıma.
En büyük kederim saçlarımı okşadı.
Bir kırlangıçla bir gürültünün içinden geçtim.
Az önce kayalıklarından denize döküldüm bu şehrin, kağıttan bozma bir gemiyle.

Etiketler: , , ,

Bozgun, Yenilgi ve Kabullenme Üzerine

Seni hiç avuç içlerinden sevmemişler.
Bütün huysuzluğunun sebebi bu yüzden.
Yüzünü yedi ayrı güne bölüp sevmek isterdim.
İzin verseydin eğer, afili sevecektim.
Fakat, seni de anlıyorum.
Ben sana, seni seviyorum dedikçe, etine kıymıklar batacak,
İç sesin, O’da severdi diyecek.
Sonra gerisin geri bana, belirsiz ve kimliksiz aşklar satacaksın,
Hiçbiri üzerime olmayacak.
Gülümseyecek ve ben bu aşkı senin için dikmedim ki diyeceksin.
Bir sokağın başından dönerken, bir koku, burnunun direklerini sızlatacak.
Durup durup çekeceksin içine…
Sonra yüzüme dönecek ve kokusunu bile unutmuşum… diyeceksin.
Bu söylediğine önce kızacak, sonra hak verecek ve yeniden arafına döneceksin.
Her merhaba-yı geri çevirecek, her teması bir ihanet olarak göreceksin.
Ama yapacaksın.
Çünkü ihtiyacın var.
Böyle söyleyeceksin kendine, benim bunu yapmaya hakkım var.
Bir süre daha anılarında yaşayacaksın.
Sonrası…
Sonrası iyilik, güzellik.

Etiketler: , ,

Yüzünde Kaybolduğum Bir Gece

İnsan, bazı geceler kendi yüzünde kaybolur.
Söz gelimi bir otobüs durağına, bir iskeleye tutunmaya çalışır da, yüzü eskir.
Sesinde bir tutam tebessüm kalmıştır, onu da harcamaz, ıslık çalar.
Ruhu bulanmasın diyedir.
Karşı sahilin ışıkları göz bebeklerini büyütmesin
İki adıma denktir içindeki yalnızlığı.
Biliyorum der.
Öyle demek istemediğini biliyorum.
Bu yüzden bir kadının göz yaşlarıyla anlaşır her gece.
Duvardaki saatin sesi kafama vuruyor.
Pilini çıkartıyorum.
Eskiden olsa yakardım.
Şimdi beni engelleyen şey nedir?
Dinginlik?
Hayır.
Bunun hiçbir boka yaramayacağını anlamak, yıkımdan caymak.
Gecenin kanadına bırakıyorum kendimi.
Yitip gitmemek için
Kafamda koca bir delikle.

Etiketler: , ,

Merdiven Başı Konuşmaları

Kendime sorduğum sorulara cevap alamadığım zamanlar hep olur.
Böyle zamanlarda, sanki bir evin kapısını çalıyormuşum, evde birileri varmış ama kapıyı açmak istemiyormuş gibi hissediyorum. İnsanın kendini tanımazdan gelmesi halini iyi bilirim.
Kalabalıklarda yalnız bırakmaz, tek başınalıkta kendini tanımaz, yabancıdır.
Gece yarısı Kadıköy’de, insanların seyrekleştiği mühürdar caddesinde, Surp Takavor Ermeni Kilisesinin karşısına bakan, kepenkleri inmiş bir dükkanın önünde oturuyorduk. Sessiz ve sakin. Bekledik. Neyi beklediğimizi bilmiyorduk.
Oruç Aruoba, beklenenin hiçbir zaman gelmeyeceğini, gelse de beklendiği gibi gelmeyeceğini, artık bir şekilde değişmiş olacağını ifade ediyordu ve üstelik haklıydı.
Yalnızca biz görmek istemiyorduk.
O’na, dünyaya yanlışlıkla geldiğimi ve şimdi geri dönüşün yolunu aradığımı söyledim.
Hiç gülecek hali yokmuş gibiydi yine de tebessüm etti.
Kapalı bir kutu gibi yanımda oturuyordu.
Sustuk ve sabahı beklemeye devam ettik.

Etiketler: , ,

Saydam ve Şahsına Münhasır

Sabahları yataktan kalktığında hissettiğin bir duygu, ete kemiğe bürünmüş değil, saydam ve şahsına münhasır bir hal. Bazen kendine kadeh kaldırdığında hissedersin. Bazen kimsenin üstünü başını bilmediği bir akşamda tutar bir rüzgarın kanadında seni buluverir. Adın hüzünden yapılmış değil, güzel şeyleri çağrıştırmak için var oldu. Mektupların var olma sebebiydin. Senin adın hiç bitmek bilmeyen, tükenmeyen bir şeylerin çağını başlattı. Belki adını hayatta önemli şeyler başarmış insanlara vermediler ama hayatta önemli bir şeyler başarmış insanlar, senin adını söyleyerek karanlığını dindirdi. Seni beklediler, seninle duruldular. Uzun yolların sonuydun, çekilmiş bir takım sıkıntıların sonundaki müjdeli haberdin. Bir Anne için doğmamış çocuğunun ifadesi, bir kadının bir adamı beklerken ki heyecanının sebebiydin. Senin adını yağmur sonrası gök kuşağını bekleyen insanlar koydu. Hatırla ve unutma, zor günlerin sonunda bir insanın bir insana hissettiği en doğal his olduğunu, güneş seni bekleyecek, yağmur seni bekleyecek, gece ve yıldızlar da öyle.
Sen, bekleyen bir şeylerin umudu olduğunu her zaman hatırla.

Etiketler: , ,

Hüznümün Arka Bahçesine Sessiz Bir Ağıt

Hayattaki hiçbir şeyin bitip tükenmeyeceğini yüzünde asılı duran hüzünden öğrendim.
Adın yoktu, adını ben koydum.
Hüznümün Arka Bahçesi.
Neden?
Çünkü dün,
bir Çingenenin elindeki gazetenin cinnet geçirmiş üçüncü sayfasında sarılı duruyordun.
Seni buldum.
Seni, yüzündeki şaşkınlıktan buldum.
Ah!
O kalbimi söküp aldığın gözlerin yok mu, darmadağın oluyorum.

Etiketler: , ,

Kalifiye Bir Tavan İzleyicisinin Günlüğü

Hafif sakinleştiriciler aldığım ve etkisini gösterinceye kadar tavanı izleyerek uykuyu beklediğim sıradan bir gece daha.
Günler ne zamandır böyle geçiyordu? Hatırlamıyorum.
Kimseyle konuşamadığım zamanlarda kendimle konuşuyor olmak beni oldukça rahatsız ettiğinden televizyonu açıyor ve
beyin uyuşturan programlara boş gözlerle bakıyordum.
Komikti.
İç sesimi susturmak için televizyonun sesini açıyordum.
Sanırım böyle anlar zihnimde zaman yolculuğu yapmak için oldukça uygun oluyor.
Bazen sekiz yıl öncesine kadar gidebiliyorum.
Bu sırada televizyondaki belgesel anlatıcısı konuşuyor: Zamanı belirli görüntülerin tekrarından ibaretmiş gibi algılarız… Neden burada olduğumu sorguladım, kısa sürmüştü. Yaklaşık sekiz saniye. Haklıydı. Sekiz yıl önceki görüntüleri hatırlıyor ve sanırım hala orada yaşıyor, bir sonraki kareye geçemiyordum. Belgesel anlatıcısı devam ediyor: Çoğumuz zamanın tek yönlü aktığını yani sürekli geleceğe doğru hareket ettiğini düşünürüz… Suratımda alaycı ve acınası o gülüşleydim. Otuz yaşındaydım ve hayatının sekiz senesini yalnızca bir görüntünün içerisinde yaşadığını düşününce suratındaki alaycı gülüşe hak veriyordun. Bütün hayatım on yaşındaki öfkeli bir çocuğun sıktığı yumruklarıyla ve gözlerindeki nefretle karşıma geçmiş oturuyordu. Böyle zamanlarda hiçbir şey düşünmüyordum. Ne görüntüler, ne geçmiş, ne şimdi, ne de gelecek… Her şey bembeyaz. Belgesel anlatıcısı devam ediyordu: Size tuhaf gelebilir ama benim zamanımla sizin zamanınız aynı değil. Einstein’a göre, zamanda yapılan tüm hareketler uzay-zamandaki hareketleri etkiliyor…
Hareket etmediğinizde zaman çok hızlı akar.
Ben bir yerlerde hareket ediyordum ama kendi hayatıma sekiz sene uzaktaydım.
Hayatımdaki tüm anlar yarım yamalak, anlamsız, hakkında bir fikir vermeyecek görüntülerden oluşuyordu. Televizyonu kapattım.
Bir şey yapmam gerekiyordu.
Kendimi yatıştırmak gibi bir şey.
Musluğu el çabukluğu ile açıp kafamı altına soktum ve bir müddet bekledim.
Suyun ısısının biran için kafamı delebileceği düşüncesi oluşsa da, umursamıyordum.
Pikaba bir Jeff Buckley plağı koydum ve tavanı izlemeye devam ettim.

Etiketler: , , ,