Sabahı karşıladık, yüzünde bir belirsizlik.
Martı seslerine karışan zamandan eksilmiş bir adım ve bir adım daha.
Bilmiyorum.
Bildiklerimi unutuyorum.
Hatırladığım,
Toprağa uzandık, karınca yuvalarını takip ettik, bulutlardan isimsiz ve biçimsiz siluetler çizdik.
Uzun bir öğle uykusu hatırlıyorum.
Üstelik dudaklarımız da kurumuş.
Rüzgarın sürüklediği kırmızı bir banknot, susuzluğumuzu gideriyor.
Bir otobüse kaçak biniyoruz.
Mezarlıkların içinden geçiyoruz.
Yaşayan ölüler-dik diyoruz ve kırığı, buruğu, umarsızlığı, belki de bir boşvermişliği yakasından tutup dudaklarımıza asıyoruz.
Zaman yok diyorum.
Bunu göz bebeklerine çarpan ışığın yüzüme dokunmasından biliyorum.
Ait değildik insana.
İnsanın kurgusu hiç bir duyguya.
Yalnızca gelişigüzeldik.
Çünkü gözlerin öyle söylüyordu.
Gözlerin, zamanı siliyordu.
An vardı.
Kendimi hatırladığım bir akşamdı.
Sokak köpeklerine senden bahsettim.
Dilsizdim.
Koştum.
Ciğerlerim patlayıncaya değin koştum,
Ardım yokmuş gibi yaşadığım bir zamandan koştum,
Sana geldim.
Yüzünün sıcaklığını hissettim.
Şimdiyse o zamanlardan
Avuçlarında iyileştiğimi anımsıyorum.
Bir de rüzgarı.
Beklemek
Hepimizin bir hikayesi var.
Bazılarımızın hikayesi kısa, sabah başlıyor ve gün kararınca bitiyor.
Bazılarımızın hikayesi kaderci,
Sabahları kazan dairesine atılmaya hazır odun parçaları gibi, bekliyor.
Beklerken gökyüzü uzak kalıyor, hayallerin gri bulutların arasına saklanabiliyor.
Tüm bunların ardında, gri bulutları yırtabilecek kadar güçlü güneş
Orada duruyor.
Gece. Otobüs durağı. Siren sesleri. Düzensiz akan trafik. gözü seğiren sokak lambaları.
Bekliyorum.
Beklemeyi ve sabretmeyi öğreniyorum.
Duraklar bana çok şey öğretiyor.
Evren gibi hareket etmeyi öğreniyorum, düzenden düzensizliğe geçiyorum
Ve düzensizliğim genişliyor, durmaksızın.
Bütün zamanlarda aksıyorum
Geçmiş, gelecek ve şimdi.
Uyku Tozuna Konuşmalar
Çekip gitmek de eksilmektir dedim.
Ve ekledim;
Bu dünyayı tükürmekten sıkıldım.
Gece uzak, yatağımda kıvrılmak ve avuçlarında uyumak istiyorum.
Kalbim ağrıdı.
Gecem.
Telaşım.
Sabaha karşım.
Uyku tozum.
Hepsi art arda.
Kasım Sanrıları
Yalnızdım.
Yarım ay tepemden öylece bakıyordu. Bir şeyleri uzun uzun anlatmanın ve dinlemenin eşiğinden çıkıp geldim, soluk soluğa. Bazen, gerçekten ama gerçekten ama gerçekten hayatımı bir kutunun içine koyup rafa kaldırmak istiyorum gündüzleri bir ağrı oluyordum. İnsanların sandıkları yerlerden geçip durdum. Sonra kağıttan gemiler yapıp batırdım. Zamanda yer bulamadım. Kalktım, kıyılarına geldim. Başımı okşadın, sarıldım. Bir insanın bir insana sarılmasının tarifiydik o sıra. Zira anlatamıyorduk ama yaşıyorduk. Kaygılarımı sildim, korkularımı da. Ön yargılarımı sildim. Yüzün, zamanı durdurabilecek kadar mükemmeldi. Seninle saçma sapan bir romantik komedi olamadık, keşke olsaydık. Her zaman ki gibi ne yeri ne de zamanıydı. Ölümün ve yaşamın birleştiği yerde bekleyeceğim seni, gözlerinden öperim.
Gece, Kadın ve Bakteriler
Gece.
Karanlığa ve boşluğa şarkılar söylüyoruz.
Bir sandalye çek ve otur mumlar var mumları yak! Anlatacaklarım uzun, uzundur yollar ve…
Bakteriyiz diyor yanımda oturan kadın, Hüzünlü bakterileriz en kötüsü dediğimiz şey bizi yok etmiyor aksine bağışıklığımızı güçlendiriyor! Yüzümde, ona katıldığımı ifade eden bir mimikle neden olmasın diyorum. Biz bu dünyanın kurtulmak istediği bir yük değiliz. Karasineklerin yaptığı şey ile bizim yaptığımız şey birbirine benziyor. Uzun uzun susuyoruz.
Yasemin Mori şarkısını söylemeye devam ediyor.
Üzülmeye gelmez giderdim, aramaya ruhumun parçalarını…
Gece ile bütünleşiyoruz.
Bu, geceye ve karanlığına yapılmış bir anlaşma, bozmuyoruz.
Uzun cümleler yerine uzun boşluklar kullanıyoruz.
Sesinde kendinden emin bir tonla şu sözler çıkıyor;
Bu gece sondu. Sabah her neysek o olmaya devam edeceğiz.
Benimse kemiklerim kırılıyor, kemiklerim kırılıyor, kemiklerim kırılıyor! diyorum.
Bunu iç sesim söylüyor.
İç sesim konuşurken yüzümde uzun bir boşlukla tamam diyorum.
Saçlarının kokusu dünyanın gece tozu. İçime çekiyorum. Nefes alış verişlerini avuçlarımda hissettiğim bir akşam. Sanki dokunsa, sonumu hissedeceğim. O gece, sınırlarımı sildim ve geri gelmeyecek olan bir geceye sigara yaktım.
Gün ağrıdı.
Martı sesleri sabahın ilk ışıklarını sardı, onları besledik. Sanki yaptığımız şeylerin arkasından kocaman bir karartı geliyor ve her şeyi siliyordu.
İzin vermedim.
Karanlığın seni yutmasına izin veremezdim.
Günü falan kurtarmamıştım, kendimi kahraman gibi de hissetmiyordum.
Ama mutluydum. Yeni savaşlar yazmadım ve yeni sabahlar çizmedim.
Güzeldi.
Öyleydi işte.
Yalnızca güzel.
Omuzlarının boşluğundan öptüm gibi bir şey.
Zaman ve Şans
Her birimiz dört yapraklı yonca arıyoruz; şanssızlığımızı kırmak, sabah 5 dakika daha uyumak için.
Seri üretim hatalarıyız: Başkalarının hataları, bir başkasının inançlarıyız.
Söz gelimi, saat on iki ile bir arasını sevişmek için ayırıyoruz.
Sevmek için beş dakikamız var, soyunmak on saniye, vapura yetişmek için son kırk beş saniye.
Hiç durmuyor, zamanı parçalıyoruz.
Bir şeyi parçalayarak yok edebileceğimize inanıyoruz.
Yok olmuyor.
Bir şeyi parçalayarak onu çoğalttığımızın farkında değiliz.
Küçükken bir kol saatim vardı.
Tik-tak-tik-tak.
Hiç durmuyordu ve onu durdurmak istiyordum.
Saatin camını parçaladım. Zaman durmuştu, başarmıştım.
Zamanı durdurduğumdan emindim.
Saate ne zaman baksam dokuzu gösteriyordu.
Etrafıma baktığımda her şeyin hareketine devam ettiğini gördüm.
Aldırmadım. Benim için saat hala dokuz.
Hiç değişmedi.
Fakat
İnsan, er ya da geç korktuğu şeye dönüşüyor.
Hayatla tersliği bundan kaynaklanıyor.
Öteki
Bazen içimdeki yalnızlığı asıyorum.
Bir takım adam ve kadınlar gülüyor.
İçimde gülen suratlar var.
İçimde böcekler.
İçim içime sığmıyor, içimi duvara çarpıyorum.
İçimde bir yerler çürük, içimde bir yerler var, içimde şeyler var.
İçimde bir şehir var, bacalarından zehir saçıyor.
Öteki bir şey söylüyor, kendimle oturmuşum karşılıklı bakışıyoruz.
Yumruklarımı sıkmış bekliyorum.
Öteki çürüklerime bakıyor.
İçimde çocuklar koşup duruyor.
İçimde uzun yollar, çökmüşler.
Kollarından Gölgeleri Olan Kadınlar
Güzel zamanlardı, insanlar içimden geçiyordu. O kadar saydam ve hatta siliktim ki benliğim fark edilmiyordu.
Güzel zamanlardı, gökyüzü alabildiğine mavi ve bulutlardan hayvanlar çiziyordum. Sonraları ne oldu bilmiyorum, biri geldi, bir şeyler söyledi.
O zamanlar Tanrı, ayaklarını bulutların üzerinden sallandıran bir çocuk.
Kiraz bahçelerinden geçiyoruz. Geceler ateş böceklerine benziyor. Yüzünü anımsıyorum.
Güzel zamanlardı, nikotin kokulu adamlar ve kadınlar vardı.
Kocaman göğüslerinde uyuya kalıyorduk Melahat ablaların ve kollarından gölgeleri vardı kadınların.
Ne diyordu tam olarak anımsamıyorum, bir şeyler mırıldanıyordu adam;
bak dedi.
Ben okumayı gazetelerin üçüncü sayfalarından öğrendim.
Ve öğrendim ki burada işler böyle işler.
Benim geldiğim yerde,
rüzgarlı tepelerden şehre küfrederler.
Yaşamın Tünelleri: Karanlıktan Çıkış
Yaşam, tünellerden oluşan bir yol ve bazı tüneller sizi uzun, karanlık bir yolculuğa götürüyor. Bu süreçte insanlar ve geri kalan her şey karaltıya dönüşüyor. Bir çocuk kadar savunmasız kalıyorsunuz; geceleri odasının ışığının kapatılmasını istemeyen huzursuz bir çocuk gibi sabahı bekliyorsunuz. Sanki güneşin doğuşu hiç bu kadar uzun sürmemişti diye içinizden geçiyor. Bu sizin karanlığınız, sizin korkunuz. Bu, hiç tanımadığınız biriyle aynı odada kalmış olmanın gerginliği. İnsanın en savunmasız anı, karaltıda kaldığı andır. Sesler duyarsınız; karanlığınız kulaklarınızı tırmalar, içinizi kemirmeye başlar. Gözlerinizin önünden biçimsiz görüntüler geçer, karanlığınızdan yaratmış olduğunuz karartılar.
Karanlıkla birlikte düşmanınız ve algınız değişir. Kendinizi sorgulamaya başlarsınız; hayatınızı ve hareketlerinizi. Tüm acılarınız yer değiştirmiştir. Buna duyularınız da dahil. Görme duyunuz zayıfladığı için seslere odaklanırsınız. Sesleri dinler ve çıkışı aramaya başlarsınız. Göremediğiniz için panik halindesinizdir. bu yüzden ilk yapacağınız şey, tanıdık, bildik bir ses duymayı dilemek olacaktır.
Sesler birbirine karışır. Kalp atışlarınızı dinleyin. Duyduğunuz hiçbir ses kalbinizin sesini taklit edemeyecektir. Ona kulak verin. Bazen yıllar sürer ama uzun, sancılı ve karanlık geçen bir gecenin de sonu vardır. Tek ihtiyacınızın bir ışık huzmesi olduğunu ve tek çıkış yolunun bu olduğunu düşünürsünüz. Kendinize geçici ve loş ışıklar aramaktan vazgeçin. Kendinizi dinleyin ve ışığın kendiniz olduğunu hatırlayıncaya kadar karanlıkta kalın. Bir adım daha atsanız karanlığınızdan çıkış yolunu bulacaksınız. Fakat, kalbiniz, ruhunuz ve aklınızdaki fenerleri yakmadan o odadan dışarıya adımınızı atmayın. Kendi yalanlarınız, kendi sonunuzdur.
İnsan hem yoldur hem de yolcu. Hem karanlıktır hem de aydınlık;
bu yüzden
karanlıkta kalmakta bir seçimdir,
Karanlıktan çıkışta.
Bir Tozun Güncesi
Kaç gün dönümünden geçtiyse köhne bedenim, her birinin bileti yırtık cebimde duruyor. Geçtiğim yolları ve kadınları da unutmuyorum. Çünkü bir gün renklerim solmaya başladığında anılarımdan kalan boyalardan çalacağım. Başka bir zamanda gün batımının eteğinde yeniden doğacağım, umutla. Söz gelimi bir kralın düşüşünü de görebilirim bir soytarıyı da, okyanus da olabilirim içindeki balık da. Köklerinden sıkıca toprağa tutunmuş bir çınar da olabilirim, köksüz bir tuba ağacı da.Bu en değişken ruh halimde -olmak fiilinin en yalın halindeyim. Ben alemin gizli öznesiyim; hangi cümlede ihtiyaç varsa oradayım.
Arafta
Kainattan payıma ne düşüyorsa yarısı benim yarısı martıların, gün batımına uçan, gün batımından dönen martıların, biraz da balıkların. Böylece yaşıyoruz biraz su, biraz hava, biraz gökyüzü, birazda bulutla. Haydarpaşa’nın saçı başı dağılmış. Martılar hemen peşinden ağlıyorlar.
Özgürlüğün en biçimsiz halindeyim.
Bazı sesler duyuyorum… Çocuk sesleri… Tüm sesler… Çok latifeci… Hoşçakal… Kalbim… Şimdi gidiyorum.
Kelimeler başka kelimeleri doğurdu ve her biri piç oldu cümlelerimizin. Gün yanığı gibi lekeli ve kızarmış bedenlerimizde tuz olduk, kuruduk ve yeni cümleler soyduk güneşle birlikte.
…
Martıların peşinden gideceğim. Gökyüzüne parmak uçlarımla küfürlü cümleler yazacağım.
…
doğmamış çocuklarımla konuşacağım.
…
kızmayacağım artık nisanlara.
…
bitmedi.
…
Tüm şehrin pisliğini soludum. Dilsizleri ve çocukları dinledim. Yıldızları kucağımda uyuttum. Rüyalarımda ruhlarını bacaklarının arasına sıkıştıran bakireler gördüm. Çünkü, Tanrının ayaklarını gördüğüme inanmayacaktı hiç kimse.
…
Suretini hiç bir banka yazmayacağım. Yalnızca sabah ezanlarında anacağım seni ve rüzgarlara bırakacağım ismini. Anılarımın üzerini parlatacağım, fiyakalı olacaklar. Her nisanda oturup onlarla konuşacağım, Mektupların adreslerini sileceğim dudaklarının izlerini sildiğim gibi.
…
Belki sonra balık tutmaya giderim. Şişkoya olmayan kimselerden bahseder, biraz eğlenirim. Çünkü, en son ben kalırım kumsalda kum taneleriyle vücudumda, gözleri mosmor günahlarımı uyutmak için.
…
Uçsuz bucaksız bir kumsal olamadıysan ve hiç olamayacaksan, boşver. Unut gitsin.
…
Yaşam mazgallara akan kir yükü, ciğerlerimi tıkayan.
Savrulan Bir Toz Tanesinin Konuşmaları
Hayatlarımız toz tanesi gibi
Ne zaman fırtına çıksa savrulur.
Hafif bir esintide dahi kelebek etkisinde olur.
Bir bilinç olarak toz tanesi kadar savunmasız
Bir o kadar da avareyiz bu alemde.
Rüzgarın gediklisiyiz.
Bizi iten bilincimiz değilde
Rüzgarın dürtmesinden ─belki